Öyle bir sualtı hayal edin ki, her bir santimetrekaresi çöplerle tamamen örtülmüş. Yengeçlerin ayakları denizin tabanına değemiyor. Pet şişeler, alüminyum meşrubat kutuları, cam şişeler, polietilen ambalajlar, lastikler… Kesilip atılmış döşemeler, kamyon aküleri, çuvallar dolusu moloz, pisuvarlar, lavabolar, tonlarca metal profil… Hatta yolcularından yoksun bir eski Karaköy İskelesi’nin parçaları… Ve ne yazık ki hala suyun altından bahsediyorum size.
Burası Harem. Bu bahtsız şehrin liman ve otogarla taçlandırılmış en güzel köşelerinden biri. Miyop iktidarların şehr-i İstanbul’a attığı sayısız kazıktan bir tanesinin trajikomik öyküsü. Tabi öykünün suyun üzerinde kalan kısmı herkesçe malum, olabildiğince gözler önünde görmek isteyenler için. Size biraz göremediğiniz kısmını anlatacağım sözcükler yettiğince. Sözcükler yettiğince diyorum çünkü söz konusu Harem’in sualtı olduğunda öyle kifayetsiz kalıyorlar ki çoğu zaman…
27 Kasım 2005’te ilk kez girdik Harem sularına. Çıkan her arkadaşım şaşkınlık, öfke, çaresizlik gibi karmaşık duygularla sersemlemiş bir haldeydi. Bir zamanların Halkalı çöplüğünü öylece taşımışlar, boca edivermişlerdi sanki Harem’e. 440 parçalık atık envanterinin içinde kısaca yok yoktu. Kayabalıkları, yengeçler, denizyıldızları ve denizanaları yetiyordu neredeyse bir avuç canlı envanteri için. Ama hepsi bir tarafa öyle bir koku söz konusuydu ki elinizle dokunabileceğiniz, gözünüzle görebileceğiniz denli yoğundu.
Üzerinden aylar geçti, etkinlikler bir birini kovaladı. Ancak ne sualtındaki manzara ne de o koku bir türlü rahat bırakmadı hiç birimizi. Bir şeyler yapmak lazımdı. Fakat söylemesi ne denli kolaysa yapılması o denli imkansız görünen bir şeylerdi yapılması gereken. 2006 yazına doğru her toplantının gündemine bir şekilde girdi Harem.
1 Temmuz 2006’da Kabotaj Bayramı bahanesiyle yine Harem’e çevrildi rota. Bu kez amaç bir proje için ön hazırlıktı. 410 parçalık katı atık envanteri daha kaydedildi. Fakat gelin görün ki manzara hala aynıydı. Eksilen yaklaşık 1000 parça hiçbir şey ifade etmiyordu Harem için.
STH Harem Sahili Temizlik, Rehabilitasyon ve Koruma Projesi
9 Eylül 2006 Cumartesi sabahı Harem’de toplanan 22 STH Gönüllüsü eşi benzeri olmayan bir çılgınlığın, STH Harem Sahili Temizlik, Rehabilitasyon ve Koruma Projesi’nin ilk aşama çalışmalarını başlattılar. İlk gün yapılan 4 saatlik çalışmanın sonunda 9 dalıcı 893 parça katı atık çıkarttı. Sualtı temizlik ekipleri için özel olarak hazırlanan sepetler bekleneni vermiş ve rekor olduğunu düşündüğümüz sayıda katı atık çıkartılmıştı daha ilk günden.
Kısaca STH Harem Projesi nedir, biraz anlatmak gerek. STH Harem Projesi temelde bir umut ve başkaldırı hareketidir. Çevrenizdeki herkesin “hadi len!” ya da “biter mi abi temizlemekle, manyak mısınız!” dediği; “siz temizleseniz ne olur, yine atacaklar” dediği bir projedir. Proje, farkındalığı döviz kurlarına endeksli 21. yüzyıl insanı için romantik bir entellektüel uğraştan fazlası değildir. En acısı da her birimize defalarca sorulan soru bu işin karşılığında ne kadar para aldığımızdır. Fındık kadar beyinleri gönüllü kavramını kavrayamadığından bir çeşit rant elde etme yoludur bazı kuş beyinliler için STH Harem Projesi. Elde ettiğiniz dillere destan rant ise ömrünüz boyunca unutamayacağınız bir hidrojen-sülfür kokusu, paramparça olan dalış ekipmanlarınız, yorgunluktan titreyen dizleriniz ve geceleri uyurken hissedeceğiniz tuhaf bir huzurdur.
Bir avuç STH Gönüllüsü için STH Harem Projesi, bir sahilin öncelikle tamamen katı atıklardan arındırılması, sonrasında kontrol altına alınarak izlenmesi ve sürdürülebilir koruma sağlanmasıdır kısaca. İşte bu kapsamda geçen yıl 9 Eylül – 1 Ekim tarihleri arasında 151 dalış gerçekleştirildi. Bir ay içinde 9 iş gününde gerçekleştirilen çalışmalarda sualtı temizlik ekiplerinde 27, kara ekiplerinde 27 olmak üzere toplam 54 STH Gönüllüsü görev aldı. Bir aylık periyodun sonunda toplam 11.573 parça katı atık çıkartıldı.
11.573 parça katı atık çıkartıldı da ne oldu derseniz eğer verilecek bir çok yanıtımız var. Her şeyden önce artık yengeçlerimiz deniz tabanında yaşıyorlar. Minik ayakları kuma değebiliyor. Harem’in sualtı, geçen yılki çalışmalara ilave olarak 25 Kasım ve 2 Aralık 2007 tarihlerinde gerçekleştirilen iki yeni çalışma ile yaklaşık olarak %90 oranında temizlendi. Yaklaşık 15.000 parça katı atık artık olması gereken yerde, yani İSTAÇ’ın geri dönüşüm birimlerinde. 150’yi aşkın kamyon ve iş makinesi lastiği, 20 kadar akü ve onlarca ton metal atık artık Harem’in sualtı canlılarına ev sahipliği yapmıyor. Eski Karaköy İskelesi’nin parçalarını yıllar önce gitmesi gereken yere ancak gönderebildik. Oturma gruplarından molozlarına kadar olduğu yerde denize bırakılan Karaköy İskelesi başlı başına bir ibret hikayesidir aslında. Benzer örneklere Karaköy’de, Eminönü’nde de rastlamanız mümkündür. Çünkü denizlerimiz çöplüktür. Daha da önemlisi, kim görecektir ki!
STH Harem Projesi’nin getirdiklerinden bahsedelim biraz daha. Artık STH olarak bir referans bölgemiz söz konusu. 11 Mart 2007 ve 13 Eylül 2007 tarihlerinde yapılan dalışlarla altı aylık periyotlarla izlenmesi sağlanan Harem’de elde edilen veriler gerçekten umut verici. 25 Kasım ve 2 Aralık 2007 dalışlarında da yakın zamana ait önemli bir katı atık birikimine rastlanmaması -net bir sonuca varmamıza yetecek referans oluşturmasa da- en azından umudu pekiştirdi.
Bugünlerde STH Harem Projesi bir sonraki aşamaya hazırlanıyor. Sırada Harem’in korunmasına yönelik atılacak adımlar var. Bu noktada nihai hedefimiz denize bir şey atmanın gasp gibi, cinayet gibi bir suç teşkil ettiğini anlatmak değil; suç-ceza ikilisinin hayata geçmesini sağlamak. STH Harem Projesi’ne lojistik destek sağlayan iki önemli kuruluş İSTAÇ A.Ş. ve İ.B.B. Deniz Hizmetleri Müdürlüğü olmuştur. Gerek çalışanları gerek tekne, ambulans, arazöz gibi ihtiyaç duyulan her türlü lojistik imkanı seferber etmeseler sadece STH Gönüllülerinin emeği ile projenin hiçbir şansı olamazdı. Fakat İ.B.B. asıl önemli katkısı bundan sonraki aşamada olacaktır.
Çöp Kardeşliği
O kadar çok şey var ki Harem’de anlatılacak, anlatılmazsa bir avuç insanın insanüstü gayretine, sonsuz gibi görünen emeğine ve belki de en önemlisi umut ve inancına haksızlık etmiş oluruz.
Harem’de bir avuç insan, bir ay boyunca her hafta sonunu, Saros’da dalmak yerine, evinde yatıp dinlenmek yerine, sevdikleri ile birlikte olmak yerine Harem’in pis, hatta zaman zaman dayanılmaz sularında dalarak ya da bütün bir gün boyunca yılların çürümüşlüğünü, pisliğini beraberinde su üstüne taşıyan atıkları ayıklayarak, sayarak geçirdiler…
Çıkartılan her bir parçayı aynı titizlikle sayıp kaydederken, aynı zamanda her bir pet şişenin, her bir bira kutusunun içinde yaşam izi arayarak; yok edici mor denizyıldızlarından, şaşkın kayabalıklarına kadar tüm canlıları aynı hassasiyetle ait oldukları yere göndermek için gösterdikleri gayret bile başlı başına bir ders gibiydi. Yaşama, varoluşa saygı fikrinin somutlaşmış en çarpıcı örneğiydi belki.
Yıllarını suların altında, daha da kötüsü tiksindirici bir çamur tabakasının altında geçirmiş dev kamyon lastiklerinin her birisini gözünü kırpmadan, bir minik yengeç ya da kayabalığını dahi feda etmemek adına didik didik eden insanlar vardı Harem’de. Bu insanlar –ki hepimiz gibi, iş güç sahibi, müdür, işsiz, öğrenci, hekim vs vs.- kimilerinin tiksinti dolu bakışları arasında, kimilerinin arkasına bakmadan kaçtığı kokuya rağmen yaptılar tüm bunları.
Ve yine bir avuç insan, bir ay boyunca görüşün yarım metreyi bile bulmadığı sularda, zaman zaman el yordamıyla yılların pisliğini topladılar sualtında. Arabalı vapur manevrasının dehşet verici uğultusunda, kapkara bir çamur tabakasının ortasında, klostrofobik dubanın altında… defalarca yollarını kaybederek, zaman zaman suyun altında bile bir lanet hidrojen-sülfür kokusu burunlarının ucunda sabahtan akşama dalıp dalıp çıktılar Harem sularına.
Daha nice projede emeği, umudu ve gururu paylaşmak dileğiyle tüm “çöp kardeşlerimize” sonsuz minnetlerimizle…